9 Nisan 2020 Perşembe

Tokelau


Gidemediğim Yerler’de bir ilk! Sonunda hiç kimse hiçbir yere gidemiyor :)

2020 yılına damgasını vuran Covid-19 salgınıyla hepimiz evlerde karantinaya aldık kendimizi. Dedim şöyle uzak, tropik bir yer yazayım da insanların gözü gönlü açılsın. O zaman en uzağa gidiyoruz!

Pasifik Okyanusu’nun ortasında, denizden en yüksek yeri denizden 5 metre olan, gerçekten de pek gidilemeyen, Yeni Zelanda’ya bağlı ada ülkesi Tokelau’ya hoş geldiniz!
Fakaofo Atolü - Kaynak: Wikimedia
Bizim kullandığımız atlaslarda Pasifik Okyanusu iki kenara bölünmüş olduğu için büyüklüğünü maalesef çok tasavvur edemiyoruz. Ama çok büyük. Dev gibi yani, inanılmaz büyük. Bu büyük okyanusda dağılmış bir sürü adacık, takımada, onların oluşturduğu ülkeler var. Dana önceki yazılarımdan Vanuatu ve Fiji de bu ülkeler arasında yer alıyor.

Pasifik gerçekten çok büyük. Rusya gibi bunu da tam anlayamıyoruz.

Tokelau, bahsi geçen ada ülkeleri arasında en miniklerinden biri. Küçük bile diyemiyorum, minik. Üç tane mercan atolü üzerine kurulmuş bu ülkede toplam 1.500 civarı insan yaşıyor, her mercan adasına yaklaşık 500 kişi düşüyor.

Yeni Zelanda’ya bağlı olsa da “özgür ve demokratik bir ulus” olan Tokelau’nun dünyaca ünlü bir özelliği de enerjisini %100 oranında güneşten sağlayan ilk ülke olması. Ülkenin toplamda 10 km2 olmasının bunda etkisi elbette vardır ama önemli olan vizyon tabii.

Polinezya dilinde Tokelau “Kuzey Rüzgarı” anlamına geliyor. Bayrakları da Polinezyalıların Pasifik’i fethettikleri kanoları barındırıyor. Moana’yı izlediyseniz bu kanoları görmüşsünüzdür, zaten filmin ünlü müziklerini yapan grubun üyelerinden biri de Tokelau asıllı.

Bayrağın güzelliği...

Tokelau ülkesini oluşturan 3 mercan adasının isimleri Atafu, Nukunonu ve Fakaofo. Haliyle yaşam balık ve hindistancevizi ekseninde dönüyor. Adaların Formula 1 pistlerine benzeme sebebi mercan atollerinin genel olarak volkan ağızlarında oluşması.

Fakuofo - Nukunanu - Atafu
Bu adalarda uzun zamandır insan yerleşimi bulunuyor ama tabii ki bir Avrupalı ayak basmadan hiçbir yer keşfedilmiş sayılmadığı için 1765’te John Byron tarafından keşfedildiği söyleniyor. Ondan sonra ara sıra gemiler uğruyor, adada ufak tefek yerleşimler keşfediyorlar, yerlilerle iletişim kuruyorlar falan. Ve tabii ki 1863’te köle tacirleri geliyor ve adadaki neredeyse tüm erkekleri alıp götürüyorlar. Tabii ki köle olup giden insanlar her türlü hastalıktan ölüp gidiyor ve ancak birkaç tanesi evlerine dönebiliyor.

1841'de Birleşik Devletler Keşif Birliği çizimiyle Fakaofo Yerlileri - Kaynak: Wikimedia
Sonrasında ABD ada üzerinde hak iddia ediyor, daha sonra yönetim Yeni Zelanda’ya geçiyor. Ve Tokelau günümüzde Samoa ile güçlü ilişkiler içinde, seçimleri düzgün, enerjisi yenilenebilir, suç oranı az, hapishanesi olmayan güzel bir ülke olarak geliyor. Ama tabii ki küresel ısınma yüzünden sular yükselecek ve en yüksek yeri 5 metre olan bu adanın sakinleri bir gün yuvalarını terk etmek zorunda kalacak.

İster istemez her yer denize sıfır... - Kaynak: tepapa.govt.nz

Tokelau’nun ihraç kalemlerinden birini posta pullarının oluşturduğunu da eklemeden geçmeyelim.

Kaynak: Ebay
Tokelau’nun verdiği ilginç bir karar da saat dilimini değiştirmek olmuş. ancak bizimki gibi yaz saati - kış saati ekseninde değil, komple günü değiştirmişler. 2011 yılında GMT -11’den +13’e zıplamışlar, bu yüzden 29 Aralık’tan direkt olarak 31 Aralık’a geçmişler. Böylece kardeş Samoa ile aynı saat diliminde yer almışlar.


Tokelau bir de beleş domain verme hizmetiyle ünlü. Web siteniz için .tk uzantısını www.dot.tk adresinden edinebilirsiniz.Tabii aradığınız her şeye “not available” diyecek ama olsun.

Peki, Tokelau’ya nasıl gidilir? Gidemiyoruz maalesef ciddi ciddi. Zaten evden çıkmak yasak, o ayrı ama Tokelau’ya gitmek de gerçekten zor.

Öncelikle Yeni Zelanda vizesi alacaksınız. Yeni Zelanda konsolosluğuna “Tokelau’ya gideceğim ben” dediğinizde zaten deli olduğunuz gerekçesiyle ret verecek ama hadi diyelim verdi vizeyi. Öncelikle Samoa’ya gitmeniz lazım. İstanbul - Apia arası uçuş fiyatı, 2021 Mart ayı için 12.000 lira civarı ve gidiş 38, dönüş 40 saat civarı sürüyor. Ama yapılır, neden yapılmasın? Zor olan kısmı bu değil zaten. Samoa’dan Tokelau’ya ancak gemiyle geçebiliyorsunuz. Bu gemi haliyle cruise gemisi değil, daha ziyade tekne, yolculuk 24-36 saat arası sürüyor, uyku tulumunuzu da kendiniz getiriyorsunuz. Ama yolcular için 1 tane tuvalet varmış, rahat olun. Bir de bu gemi 2 haftada bir var, o yüzden planlarınızı ona göre yaparsanız iyi olabilir. En kötü Samoa’da kalırsınız gerçi, o da yeterince güzel.

Bahsi geçen gemi arkadaki - Kaynak: dfat.gov.au
Tokelau’da bir (1) tane otel bulunuyor. Luana Liki Hotel isimli bu otel Nukunonu adasında. Anladığım kadarıyla tek restoran da orada bulunuyor. Atafu’da bir de misafirhane varmış. Ama eminim gittiğinizde pansiyoner olarak yanında kalabileceğiniz bir aile bulursunuz. Sonra Tokelau’nun güzelliğinin tadını çıkarırsınız.

Tek otel dediysek kötü otel demedik. - Kaynak: Tripadvisor
Gidemeyeceksiniz ama olsun, aklınızda hayallerinizde artık Tokelau'nun da ufak da olsa bir yeri var. Çünkü gitmesek de görmesek de çok güzel ve yok olmanın eşiğinde...


Dünyanın daha saçma bir yerinde görüşene dek, Toe fetaui!

Kaynaklar:
https://www.tokelau.org.nz/
Wikivoyage
Wikipedia
http://www.dot.tk/
http://www.tokelau.com/

11 Mart 2020 Çarşamba

Tunus (Buraya da Gidildi)


Gidemediğim Yerler konseptine uygun garip bir yere gidebilince paylaşmadan geçmeyeyim dedim. Bu yazımızda Kuzey Afrika’nın miniş güzeli, Akdeniz’in merkezi Tunus’a gidiyoruz. Evet, bu sefer gidebildik!
İtalya'nın bayağı dibinde aslında.

Öncelikle, neden Tunus? Kış ortasında 70. doğum gününü kutlayacağımız sevgili anneciğimizin kalbini ısıtacak kadar Müslüman, abimin ve benim ilgimizi çekecek kadar ilginç ve hiçbirimizin gitmediği kadar rota dışıydı. Yani, insan bir daha Tunus’a ne zaman gider ki?

Doğum Günü Çocukları :)
Aslında Tunus’a sıkça gidiliyor. En azından Hammamet, deniz turizmi için -özellikle vizesiz oluşu sebebiyle- ilgi çekiyor. Güzel plajlara ve tatil merkezilerine sahip bu bölge, aslında Tunus’un geri kalanıyla pek alakalı değil. Biz tabii yazlık bölge Hammamet’e gitmedik (ama geçtik oradan da) ancak sizin de aklınızda olsun. Gidilir yani, tur falan da var.

Arapça ve Fransızca konuşulan, Arap Baharı’ndan önce özellikle Almanlar olmak üzere Avrupalıların gözde seyahat destinasyonlarından biri olsa da şu anda maalesef unutulmuş olan bu ülke gerçekten şaşırtıcıydı. Tam olarak nereden başlasam bilemiyorum, o yüzden kendi rotamızdan ilerleyeceğim.

The Gang


Tunus Gezi Rehberi



Tunus’a rötarlı olarak akşam saatlerinde ayak bastıktan sonra minik havalimanından ayrılıp Kairouan (Keyravan) şehrine doğru yola koyulduk. Araba kiralamıştık, aldığımız arabanın toz kir içinde ve vuruk falan olması garip geldi biraz. O zamanlar çok masumduk…

Tunus’u gezmek istiyorsanız araba kiralamanız lazım. Yani uçak falan var da çöller, tuz gölleri falan gibi özel deneyimler için araç şart. Elbette turlar da vardır ama araba daha iyi, benden söylemesi. Ayrıca yollar bozuk, hesap yaparken süreye gayet geniş pay bırakın.

Akşam saatlerinde Kairouan’a vardık. Kairouan, özellikle yanınızda dindar biri varsa feci mutlu olacağı bir yer, çünkü Afrika’nın ilk camisi olduğu söylenen inanılmaz eski bir camiye ev sahipliği yapıyor. 670’lerden falan bahsediyorum, o derece eski. Kairouan (Keyravan) camisi, İslam ve eserlerine ilgi duyan herkes tarafından görülmeli. Gece ışıklandırmalarıyla ayrı güzel. Buradaki gibi kadın ve erkek kısmı ayrı, Müslüman olduğunuzu söylediğinizde girip namaz falan kılabilirsiniz. Çat diye turist girmesin diye tamamen açık değil içerisi.


Kairouan Camii
Kairouan’ı gün ışığında gezdiğimizde muhteşem kapıları olan küçük evler dışında pek etkileyici bir tarafını göremedik. Bitik bir pazar var, onun dışında da görülecek çok şey yok. O yüzden bir şeyler içip ana hedeflerimizden Tozeur’e doğru yola koyulduk.


Kairouan Sokakları

Tozeur (Tuzer), çölün giriş kapısı. Zaten kuzeyden güneye inerken manzara belirgin şekilde değişiyor. Kairouan’a göre gayet büyük bir şehir, marketi pazarı falan her şeyi var. Tuz gölü bile var. Chott el Djerid adını taşıyan bu gölü aslında görmedik çünkü su yoktu. Ama inanılmaz tuz gölü manzaralarına şahit olduk. Tabii gider gitmez değil, o yüzden gördüğümüz ilk beyaz birikintilerde heyecan yaptık ama siz yapmayın, bolca tuz göreceksiniz.

Tunus’a giderseniz Tozeur mutlaka listenizde olsun derim. Şehrin çevresinde keşfedilecek pek çok yer var. Star Wars meraklısıysanız Mos Espa falan da Tozeur’e oldukça yakın.

Biz gezimize öncelikle Chebika vahasıyla başladık. Vahaya gitmek falan, çok değişik. Kahvaltı edip vahaya gidiyoruz hadi diyorsun. Neyse, gittik. Minik bir vahaydı, her tarafında hurma ağaçları ve elbette su kaynağı vardı. Bu arada vaha gerçekten filmlerdeki gibi bir şey, göz alabildiğine çölün ortasında küçük bir yeşillik alan. İnanılmaz serin tabii, gayet hissediliyor fark. Ayrıca bu bölgedeki çöl, Sahra Çölü fotoğrafları gibi safi kum çöl değil, daha sert gibi. Nasıl anlatılır bilemiyorum ama giderseniz görürsünüz. O tam çöl daha güneyde olsa gerek.


Küçük bir vaha (Chebika)
Chebika vahasında suyu ve ağaçları görüp kahvemizi içtikten, hurma kemirip kartpostal aldıktan sonra tekrar yola düştük ve Tamaghza bölgesinde “Altın Kanyon” ismindeki bir yere gittik. Yolda “deve çıkabilir” işaretleri falan görüp eğlendik. 






Vardığımızda işte biraz soruşturup kanyon olan yere gittik. Burası da aslında bir vahaydı, şelale çevresinde hurma ağaçları vs. Bir sürü genç yanaşıp rehberlik etmek istedi ama kendilerini kibarca uzaklaştırdık. Annemizi kahve içmek üzere restoranda bırakıp ufak bir kapıdan arkadaki bayıra doğru yollandık. Dolaşıp ederken bir çocuk böyle uzağımızda ama yol gösterir şekilde geldi bizimde. Bir şekilde rehberiniz oluveriyor işte ama iyi de olmuş. Çünkü çıkıp vahaya ve kanyona bakarız diye çıktığımız yol, dimdik kanyondan aşağı inmeye, hoplaya zıplaya başladığımız yerin altında kalan şelaleye ulaşmaya döndü. Rehberimiz yolda bir taş kırdı, içinden kuvars çıktı, onu da verdi bize. Birazcık anksiyete hoplatıcı ama sonunda gayet keyif verici bir aktivite oldu. Listenize ekleyin.

Büyük bir vaha (Tamaghza)
Rehberimize bahşişini takdim edip yavaşça oradan uzaklaştık. Hurma bahçelerinin arasından geçerken insanlar hurma topladığı için yerlere dökülen hurmalardan birkaç tane aldık ve yıkayıp yedik. Hayatımda yediğim en güzel hurmalardı. Taze olup 2 günde pert olacak olmasalar 10 kilo hurma alabilirdim.




Bir sonraki durağımız, Tunus’u seçmemizdeki ana sebeplerden olan Star Wars çekim platolarından biri olan Mos Espa oldu. Asıl güzel platolar Matmata ve Tataouine (tanıdık geldi mi?) bölgelerindeydi ama bu bozuk yollarla 5 saat alacak yolculuğu yapmamız maalesef imkansızdı. Siz 2 gün daha ekleyip oraları da görebilirsiniz. Neyse, Mos Espa yolunda daha önce bahsi geçen develerin yalnızca tabelada değil gerçekte de olduğunu gördük. Böyle koyun gibi dolaşıyorlardı, çok tatlıydılar. Sonra çölde pek çok deve gördük ama her seferinde yeniden heyecanlandık. 



Koyun gibi otluyorlardı yol kenarında.
Devam ederken haritanın yanlış olduğunu, Mos Espa’nın aslında burada olmadığını düşündük ama sonra 50 metre kala falan gösterdi kendini.


Mos Espa şöyle, gelmişler kurmuşlar dekorları, sonra da birazını bırakmışlar, halk da işte orada bir şeyler satıp turist bekliyor. Tam fotoğraf çektirmelik yer. Dekorlar fena dökülüyor ama yine de eğlenceli. Qui Gon Jinn ve tayfanın Anakin’le karşılaştığı yerler buralar.





Bir sonraki gün Tozeur merkezine indik, postane ver çarşıları gezdik. Bolca hurma vardı. Annem bezelye olmasına şaşırdı, inatla Ocak’ta bu bezelyelerin nereden geldiğini sorguladı. 


Evet, bayağı hurma var.
Ertesi gün Star Wars Canyon olarak geçen Sidi Bouhlel’e gittik. Yine hiçliğin ortasında bir kanyondu, pod race yapılan yerlerden biri olarak geçiyordu. Ondan bağımsız olarak, kanyonun kendisi gayet güzeldi. 



Yolda hakiki tuz gölünde eğlenip kuzeye doğru tekrar yola koyulduk. Bugünkü durağımız Sfax kentiydi çünkü yollar kötü olduğu için bir yerlerde konaklamak gerekiyor.



Chott el Djerid. Göz alabildiğine tuz. Çok ilginç geldi Tuz Gölü'nü bile görmemiş bünyeme.
Çok değişik bir şeyle karşılaşmadan Sfax kentine geldik. Burası da büyük bir şehir, deniz kıyısında. Göz alıcı bir kalesi var, onun dışındaki güzelliklerini akşam olduğu için pek göremedik.

Ertesi gün, nihai hedefimiz olan Tunus şehrine varmak üzere bol molalı yolculuğumuza başladık. İlk molamız El Djem (Cem) Amfitiyatrosu oldu. Muhteşem. Dünyanın en büyük 2. amfitiyatrosu (1. sıradaki Roma’daki Colloseum) olan bu yapıyı, Tunus sınırlarına ayak bastıysanız mutlaka görmelisiniz.

Maalesef telefon ile buranın dev güzelliğini çekebilmem mümkün değil. Google'da daha güzel fotoğraflara ulaşabilirsiniz.

Sonrasında, annemizi cuma namazına yetiştirmek için son hız Sousse (Susa) kentine doğru yola çıktık. Çünkü bu cami de 850’lerden falan kalma ve hanımefendinin listesinin önemli maddelerinden biriydi. Kendisini ezandan tam 5 saniye önce kapıdan içeri yollayıp biraz merkezi gezdik. Merkezde hıncahınç dolu bir pazar var. Sahil sanırım liman olduğundan deniz görünmüyordu ama pazar dışındaki eski şehir bölgesi tatlıydı. Tabii bir süre sonra sıkılıp caminin karşısında bir kafeye oturduk. Bekledik, bekledik, esnaf ne kadar da gitmiyor cumaya diye dedikodu yaparken herkes camiye gitmeye başladı. Bir kez daha ezan okundu. Yine bekledik ve yaklaşık 1,5 saat sonunda hanımefendiyi camiden teslim almayı başardık. Kendisi de bu kadar uzun bir cuma maratonu karşısında şaşkındı.


Yıldızımın barışmadığı nane çayı. Karşısı Sousse Camii.

Şehirden ayrılıp son hız Hammamet şehrine doğru yola koyulduk. Amacımız deniz kıyısında bir kahve içmekti ama yollar… Ah o yollar… Sonuç olarak sadece muhteşem gün batımını izleyip başkent Tunus’a hareket ettik. Arabamızı teslim edip taksi ile kalacağımız bölge olan, şehrin en popüler muhiti Sidi Bou Said’e gittik. Evet, arabayı teslim ederken neden aldığımızda o kadar kir pas içinde olduğunu anlamıştık. Araba yıkamacı bile yok, öyle diyeyim.

Sidi Bou Said için “Alaçatı’nın Kadıköy’le buluştuğu yer” demek yanlış olmaz sanırım. Mavi pencereli beyaz evlerden oluşan sokaklar kafeler ve sanat galerileri dolu. Kentin merkezinde kalırsanız da mutlaka ziyaret edin.


Sidi Bou Said

Tunus kentindeki günümüze dünyaca ünlü Bardo Müzesi ile başladık. Bardo Müzesi, dünyanın en önemli mozaik müzelerinden biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca Tunus’un turizmini bitme noktasına getiren, neredeyse tamamı turist 25 kişinin öldüğü 2015 IŞİD terör saldırısıyla da hatırlanıyor. Tabii gerçek İstanbullular olarak böyle şeyler bizi pek ürkütmüyor. Birkaç tane teröristten korkacak olsak evden çıkmazdık. Bardo’yu ayrı bir bölüm olarak aşağıda ele alacağım.

Sonrasında yine ülkenin en önemli camilerinden biri olan Zaytuna (Zeytin) camisine gittik hanımefendinin öğle namazı için. Ama nedense 2’de açılıyormuş. Biz de o süreyi merkezde dolaşarak geçirdik. Bilenler için, tam bir Eminönü. Hatta daha dar sokaklar falan. Avrupalılar için akıl alıcı renkler ve konsept ama bizim için çok da heyecan verici değildi. Etrafta dolaştık, sağı solu keşfettik, biraz alışveriş yaptık. Hediyelik olarak kendi adıma çok bir şey bulamadım, bir de sürekli satıcıların çekiştirmesi yüzünden daraldım ama özellikle tabak çanak magnet vs alacaksanız Sidi Bou Said yerine merkezi tercih edin. Daha uygun fiyatlı. Ama daha tasarım şeyler için Bou Said daha iyi. Ayrıca cumartesi inanılmaz kalabalık, aklınızda olsun.

Tunus'taki kapılarda feci sanatlı tılsımlı işler dönüyor.
Gezimizi Sidi Bou Said’de bitirdik. Sidi Bou Said’de gün batımları çok güzel, tavsiye ederim. Sonraki gün pazar, bizim de son günümüzdü. Kahvaltının ardından hızlı bir Kartaca turu yaptım ki onu da altta ayrı bir bölüm olarak ekleyeceğim. Valizlerimizi topladıktan sonra bu unutulmaz geziyi sonlandırmak üzere havalimanına yollandık.

Gayet uzun bir yazı oldu ama alt başlıklar ile devam ediyorum. Buraya kadar okuduysanız teşekkürler.

Bardo Ulusal Müzesi


Bardo Müzesi, dünyaca ünlü bir mozaik müzesi. Afrika’nın ise Kahire Müzesi’nden sonraki en zengin 2. müzesi. Başkent Tunus’ta yer alıyor ve görmeden gelmemeniz gereken yerlerden biri.

Tunus’ta çok zengin bir Roma mirası var. Bildiğim kadarıyla Tozeur, Roma’nın Orta Afrika’daki en ileri karakolu. El Djem Amfitiyatrosu ve Kartaca kalıntıları da bu mirasın izleri arasında yer alıyor. Çoğu mozaik müzesi gibi Bardo’daki eserler de Roma villalarının taban mozaiklerinden oluşuyor.


Primitif sanatlara kim hayır diyebilir?

Bardo’ya ilk girdiğimde ve zemin katı gezdiğimde biraz sinirlendim. “Dünyanın en önemli mozaik müzesi” denen yer, Gaziantep ve Hatay mozaik müzeleriyle asla yarışacak gibi görünmüyordu. Vitrinlerin çoğu boştu, başka sergilere verilmişti parçalar. Sonra üst katlara çıktık…




Tabii ki Bardo’nun neden bu kadar ünlü olduğunu üst katlarda anladık. Çok güzel bir müze ve zemin katın hissettirdiğinin aksine, gayet dolu. Eski bir bey sarayının içinde olan müze, hem eserler hem de sarayın kendisi olarak ayrı ayrı güzelliklere sahip. Kesinlikle ziyaret edilmeli.


Kartaca Harabeleri


Hannibal ve Kartaca’yı biliyor musunuz? Hani dağı sirkeyle eritip filleri geçirerek Roma’yı yenmişti savaşta falan? Tunus deyince benim aklıma ilk önce Kartaca ve Hannibal gelir. Kartacalı Hannibal Roma’nın başına dert olmuş olsa da sonunda yenilmiş ve kaçmıştır. Hatta en sonunda Gebze’de intihar etmiştir. Gebze’de Anibal Anadolu Lisesi falan gibi yerlerin olma sebebi budur.

Söylenceye göre Romalılar, Pön savaşları sonunda Kartaca’yı yendikten sonra tüm şehri yerle bir ederler ve burada bir daha kimse yaşamasın, bereket olmasın diye toprağı tuzlarlar. Bu şairane hikaye de maalesef yalanmış. Tam tersine, Roma burayı ele geçirip gayet bolluk bereket içinde yaşamış.

Kartaca antik kenti kalıntılarını görmeyi çok istiyordum ama şunu fark ettim. Kartaca halen Tunus’ta bir semtin adı. Gayet de şık bir semt doğrusu, villalar falan içinde. Kartacalılar da Romalılar da Tunuslular da ağızlarının tadını biliyormuş. Kalıntılar, bu mahallenin çeşitli yerlerine dağılmış şekilde. Vaktiniz varsa birinden diğerine yürüyebilirsiniz ama taksi de ucuzluğu ile işinizi görebilir.

Tüm önemli Kartaca harabeleri için tek bir bilet var. 12 dinara (2020 itibariyle 1 Tunus dinarı 2 lira) alabileceğiniz bu biletle 8 tane alana girebiliyorsunuz. Ben son gün, uçak saatinden birkaç saat önce tek başıma gittim ve hepsini tamamlayamadım ama iyi ki gitmişim dedim.

Kartaca Müzesi: Byrsa Hill adında bir tepenin üzerinde yer alıyor. Ben gittiğimde müze binası kapalıydı, müze binaları genelde tüm dünyada kapalı oluyor sanırım. Ya da bana hep bu denk geliyor. Yine de müzenin bahçesi olan alanda pek çok kalıntı ve küçük bir Pön (Punic) mahallesi kalıntıları vardı, çok güzel bir gezi oldu.




Antoninus Hamamları: Bir zamanlar dünyadaki en büyük Roma hamamı olan bu kalıntıları görmeden gelmeyin. Özellikle bahçe kısmı çok güzel. Az turistin güzel tarafı her yerin sakin olması.

Quartier Magon: Deniz kıyısındaki bu minik alanda görülecek çok da bir şey yok ama çiçekler içerisinde muhteşem deniz manzarasını izlemek için ideal.




Amfitiyatro: El Djem’den sonra çok küçük geldi gözüme haliyle. Yani, gelmişken görün tabii.

Roma Villası: Çiçekler, bahçeler içerisinde bir harabe daha. Roma zamanından bir evin kalıntılarını gezmek ve muhteşem manzaranın tadını çıkarmak için iyi bir seçim.




Carthage Tophet: Küçük bir bahçe, Tunus’un eski tanrıçalarından Tanit’e çocuk kurban edilen yerlerden biri olduğunu söyledi taksi şoförü.




Roma Tiyatrosu & Erken Hıristiyanlık Müzesi: Göremedim, sürem bitti.

Kısaca, Kartaca harabeleri mutlaka gezmeniz gereken, tarihi önemini bir yana bıraksak bile manzaralarının güzelliği ile aklınıza kazınacak yerler.


Tepesinde hilaliyle yöresel antik tanrıçamız Tanit

Tunus’ta Ne Yenir?


Tunus’ta yeme içme konusunu ikiye ayırmak daha iyi olur kanısındayım, yolda ne yenir ve restoranlarda ne yenir olarak.

Başkent lokantalarını keşfedememiş olsak da ülkenin geri kalanında lüks beklenmeyecek ama gayet lezzetle yemek yenecek restoranlar bulunuyor. Yollarda ise çok küçük köyler var ve bir yer keşfetmek zor. Bunun yanında yol üzeri yerlerde maalesef berbat bir alışkanlık var, mangal gibi şeyler yapan yerler bunu belirtmek için gayet taze hayvan postları asıyorlar dükkanın önüne. Bir de yolda olmak ve güvenememek durumu eklenince yol üzerinde evde yaptığımız sandviçleri yemeyi tercih ettik. Marketlerde lezzetli şarküteri ürünleri ve peynirler bulunuyor. Bunları “harissa” adındaki yerel biber salçasıyla renklendirerek nefis sandviçler yapabilirsiniz.


Bunu neden yapıyorsunuz arkadaşlar?

Restoranlarda yiyebileceğiniz yemeklere geçmeden önce halen şaşırdığım bir ilginçliğe değinmek istiyorum. Tunus’ta her şeye ton balığı koyuyorlar. Bildiğin konserve ton balığı. Kuver olarak gelen salatanın üzerinde de ton balığı var, böreğin içinde de ton balığı var, deniz mahsüllerinin üzerinde de konserve ton balığı var. Önce taze ton olduğunu ve deniz kıyısı olduğu için çiftlik falan var sandık ama hayır, her şey üzerinde konserve tonla geliyor. Ton balığı gibi yumurta da Tunus yemeklerinin ayrılmaz bir parçası. Her şeyin içinden çıkabiliyor.
Au thon "ton balıklı" demek tahmin edebileceğiniz üzere. 


Tunus’un en ünlü yemeği kuskus. Bizim makarnamsı kuskustan farklı olarak ince bulgur ve irmik arası bir yapısı var, üzerine konan yemeğin suyunu çekmesi için altta yer alıyor. Genelde üzerinde et, balık ya da tavuk yahnileri var. 

Rastlayabileceğiniz bir diğer yemek Ojja. Sosisli (merguez) ojja gibi versiyonları var, domates soslu güveç gibi. Farklı ojja’lar yer alıyor menülerde.

Menülerde sıkça rastlayacağınız bir diğer şey de brik. Evet, kendisi börek. Bildiğimiz börekten farklı olarak derin yağda kızarmış içi dolu üçgenler halinde geliyor. Başta elbette ton balığı olmak üzere çeşitli versiyonları var.


Brik

Biftek, pirzola, tavuk ızgara, balık ızgara gibi temel yemekler hemen hemen her restoranda yer alıyor. Bazı restoranlarda deve biftek de bulunuyor. Yeni şeyler denemekten hoşlanmayanlardansanız yine de gayet rahat doyarsınız.


Deve biftek. Adı kadar heyecan verici değildi, belki çok pişirildiği içindir.
Deniz ürünleri ve balık Tunus’ta bolca tüketiliyor. Özellikle deniz ürünlü makarna tavsiye edebilirim, Sfax’ta yedim, gayet lezzetliydi. Tüm yemeklerden önce ikram geliyor, genelde ezme tarzı bir salata, zeytin, harissa ve ekmekten oluşan bu ikramlar oldukça lezzetli.

Restoranlarda genelde içki yok. Büyük şehirlerde içkili restoranlar bulmak mümkün. Tunus’ta ayrıca şarap da üretiliyor, deneme şansına da eriştim ancak çok parlak bir örnek değildi. Bira da elbette doğru yerlerde bulabilirsiniz.



İçmek demişken, Tunus’un genel içeceği, tüm Kuzey Afrika’da olduğu gibi naneli çay. Daha doğrusu naneli yeşil çay. Bolca şekerli geliyor. Normalde her şeyi denemekten büyük zevk alırım ama bu çayı gayet sevmedim. Fransızca dağarcığınıza “thé noir” (siyah çay) ve “sans sucre” (şekersiz) kalıplarını mutlaka ekleyin derim çünkü genelde sıcak içecekler şekerli geliyor. Siyah çay da pek matah değil doğrusu. Ama en güzel şey, hiçliğin ortasındaki bir yerde bile espresso makinesi bulunması. Her yerde güzel kahveler içebilirsiniz. Türk kahvesi bunlardan biri değil gerçi. Ayrıca soda isterseniz hep litrelik geliyor, onu da not edin.

Kahvaltıları evlerde yaptık, marketlerde leziz kruvasanlar ve benzeri Fransız lezzetlerini bolca bulabilirsiniz. Tatlı olarak, genelde klasik pastalar dışında kızarmış hamur temalı tatlılar var. İçi hurma ezmesi dolu olan var, başka şeylerle dolu olan var ama genelde hep lokma ailesine benzeyen tatlılar. 

Tunus Temiz mi?


Temizlikten kasıt tuvaletlerse,  pek çok yerde pek çok kez tuvaleti kullandık, gayet temiz olanlar ve pek temiz olmayanlar vardı. Normali bu zaten bence, yani bir İsviçre tarzı beklemeyin çöl ülkesinden ama çok takıntılıysanız zaten genel olarak seyahatlerde mutlu olmanız mümkün değil sanırım. Restoranlar gösterişli değil, yol kenarlarına çöp atmışlar, her şey eski püskü ama ne olacak ki?

Tunus Güvenli mi?


“Ayy korkmuyor musun? Güvenli mi oralar?” Tunus’a da gitsen Beyrut’a da gitsen hep aynı sorular. Sanki bizim ülke güvenliymiş gibi. Tunus gayet güvenli bir yer. Genel güvenliğin yanı sıra yollarda da, insanların arasında da hiç güvensiz hissetmedim. Herkes inanılmaz güler yüzlü olmayabilir ama herkes bilmedikleri dilleri konuştuğumuz halde sürekli yardımcı olmaya çalıştı ve yurdumdaki gibi 3 dakikada bir çanta kontrol ederek gezmedik. Gayet güvenli efendim.

Tunus’ta başörtüsü takmak zorunlu mu diye düşünüyorsanız, hayır. Sosyal yapıları bizimki gibi, taşra daha mutaassıp şehirler daha rahat. Kadınlar bizim büyük şehirlerdeki gibi kafelerde falan yoklar ama Türkiye’nin geri kalanında da kahvelerde pek takıldıklarını sanmıyorum. Oldukça Anadolu benzeri diyebiliriz.

Tunus’ta Ulaşım


Başkent Tunus’ta metro ve taksi ile şehrin her yerine ulaşabilirsiniz. Taksi bol ve bayağı ucuz. Benzin pek ucuz değil ama taksi çok ucuz, nasıl oluyor anlamadık. Genelde kazıklamaya eğilimli olduklarını görmedim ama taksimetrenin çalıştığına emin olup haritadan takip etmekte fayda var. Tabii bu Tunus'a özel değil, İstanbul’da da böyle yapmıyor muyuz?

Onun dışında, Tunus’ta yollar kötü ve feci trafik var. Navigasyonda olmayan yol kapamalar vs. yüzünden yolunuz çok uzayabilir. Şoförler deli, tırları sollamaya çok meraklı. Bütün tırlar Scania ayrıca. Neden, çünkü ETS2 :)

Çölde araba kullanmak güzelmiş ama, şoförümüz abimiz öyle dedi, boş ve dümdüz yollar ve sürekli sağa sola bakıp şaşırma derken akıp gidiyor. Benzin sanırım Türkiye’den biraz ucuz. Genel olarak Tunus pek de ucuz bir yer değil zaten Türkiye’ye göre. Paraları bizden 2 kat değerli diye olabilir. Markette restoranda çok da ucuz diyemiyorsunuz. Bir tek taksi ucuz.

Tunus’ta Hava Nasıl?


Biz Ocak ayında gittik, çöl tarafında tişörtle, başkentte gayet paltoyla dolaştık. Ekstra kalın kazağa falan gerek yok. Akşamları soğuk olabiliyor, üste giyilecek şeyler iyi olabilir. Yazın gitmeyi asla hayal bile etmem, deli sıcak oluyordur. Ocak ayında keyifle gezebilirsiniz. Günler kısa bir tek ama zaten gün bitmeden biz bitmiş oluyorduk.

Tunus’ta Nerede Kalınır?


Booking.com’da çok seçenek yoktu gittiğimiz yerler için. Kairouan’da otelde, onun dışında kiralık evlerde kaldık. Evler gayet temiz ve güzeldi. Hepsinde sorunsuz sıcak su, güzel mutfak falan vardı. Sfax’ta feci lüks bir villada kaldık ama yolda asfalt yoktu ve tamamen çamurdu. Sidi Bou Said’de tüm şehri gören terasımız vardı, ilk sabah soğuktu ama ikinci sabah kahvaltıyı orada yaptık.


Son Söz


Tunus çok ilginç. Bu yüzden kesin gidip görün isterim. Çöl var, vaha var, deve var, tarihi eserler gırla… Daha ne olsun? Araba kullanmıyorsanız kullanan birini kafalayın, mis gibi eşsiz bir yolculuğa çıkın. Uçak biletleri Avrupa tarifesinden çok da farklı değil. Gümrükte girişte çıkışta hiçbir sıkıntı yaşamıyorsunuz, misler gibi gidip güzel hatıralarla dönüyorsunuz. Hele bir de Star Wars seviyorsanız, müthiş!
Güneyde restoranlar bile Star Wars temalı.

Bu yazıya Tunus Turizm Bakanlığı’ndan reklam almalıydım…


Dünyanın bir diğer saçma yerinde buluşana kadar, أتمنى لك رحلة سعيدة